OKUMA KÜLTÜRÜ VE BİLİNCİ ÜSTÜNE
Bilgi ve bilinçlenme süreci antik dönemden başlayarak felsefenin ele aldığı önemli konulardan birisidir. Dönemin filozofları bu konuyla ilgili olarak bir dizi görüş ve kuram ileri sürmüşlerdir. Görüş farklılıkları olsa da birleştikleri ortak nokta, bilgilenmenin insan hayatının olmazsa olmaz bir zorunluluk olduğu noktasındadır. Kendimizi, çevremizi, yaşadığımız dünyayı ve hatta evreni kavramak, anlayabilmek, farkında olmak insanı gelişmişliğin en önemli kriterlerinden birisi olduğunu sıkça dile getirirler. Sokrates "Sorgulanmamış bir hayat yaşanmamış demektir.” vurgusunu yaparken, bunun için bilgiye ihtiyaç olduğunu dile getirir. Hatta yine birçok filozof erdem ve ahlak konusunu yorumlarken, erdem ve ahlakın bilgiyle mümkün olduğunu, bilgiye eriştikçe erdemli ve ahlaklı olunabileceği konusunda ortak bir fikirde birleşirler. Teknik olarak bilginin ne olduğu, insan bilincinde nasıl oluştuğu ve insan bilincine nasıl yansıdığı ayrı bir başlıkta ele alınması gereken bir konudur. Fakat burada önemli olan bilginin hayatımızdaki işlevi, yeri ve hangi araçları kullanarak bunun sağlanabileceğidir.
Kitaplar elbetteki bu araçların başında gelmektedir. Tarih boyunca kitapların dünyası toplumsal anlamda önemli bir etkiye sahip olmuştur. Bununla beraber kralların, yönetimlerin de hedefi durumuna gelmiştir. Tarih boyunca kitapların yasaklanması, topluca imha edilmeleri sıkça yaşanan bir durum olmuştur. Bunlardan en bilineni 900.000 kitabın Romalılar tarafından yakıldığı İskenderiye kütüphanesidir. Aynı şekilde Babil kütüphanesi de aynı akıbete uğramıştır. Yakın tarihimizde Hitler’in üç milyon kitabı yaktığı söylenir.
Bilgi insanın en önemli yapı taşlarından birisidir. Dolayısıyla kitaplar bu anlamda bilgi hazinesinin en önemli hafızası ve taşıyıcısıdırlar. Ülkemizde kitap okuma oranındaki düşüklüğünün hazin boyutlarda olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyorum. Kitap okuma konusundaki eksiklikler bir yana kitap okuyanların okuma bilincine sahip olup olmadığı da ayrı bir tartışma konusudur.
Gözlemlerim okumayı genel olarak zaman geçirmeye dayalı bir eylem olarak gördüğümüz yönündedir. Oysa kitap okumak ciddi bir iştir ve okuma bilinci gerektirir. Doğayla, evrenle ve yaşadığımız dünyayla, sosyal ve bireysel hayatımız çözümlenmesi ve anlaşılır kılınabilmesine dönük olmalıdır. Bu nedenle okuma belli bir disiplin çerçevesinde ve sistematik, bilimsel bilgi edinmeye dönük olması gerekir. Zaman geçirmeye dönük okuma bize hiçbir şey katmayacağı gibi her hangi bir bakış açısı da sunmayacaktır. Birçok insan kitap okusa da tutum ve davranışlarında herhangi bir değişiklik olmadığını görmek mümkündür.
Bilgi hayatımıza birçok boyutuyla yeni şeyler katmalı, entelektüel dünyamızda bir değişime yol açmalıdır. Okuduğumuz halde birçok ilkel alışkanlık ve tutumlarımız varlığını devam ettiriyor ise bu şekilde okumanın hiçbir anlamı yoktur. Okuma eylemi amaca dönük olmalı, okuyup incelenecek konuların bilinçli olarak belirlenmiş olması gerekir. Edebiyatla ilgili okumayla, bilimsel konularla ilgili okuma aynı etkiyi yaratmayacaktır. Edebiyat, sanatla ilgili konular estetik derinlik kazandırır. Bunun yanında ekonomi, felsefe, sosyoloji, psikoloji gibi konular yaşamla ilgili çözümleme ve algılama bilincimizi geliştirir. Önemli okuduğumuz kitapların gerçekte hayatımızda bir değişim ve gelişmeye yok açmasıdır. Günümüzde teknolojik gelişmeyle birlikte internet ortamında hazır ansiklopedik bilgilere kolayca erişim sağlanıyor olması kitap okumayı önemsiz gibi görülmesine yol açmaktadır. Bu büyük bir yanılgıdır. Bilginin insan belleğinde nasıl yer ettiği konusu da uzun bir konudur ama şunu belirtmek gerekir ki internet ortamında edinilen bilgi hiçbir zaman kalıcı bilgi olmayacaktır. Kısa bellekte dahi yer etmeyecektir. Bilginin kalıcı ve yaşamımızda olumlu bir etkiye sahip olması ancak uzun bellekte yer alması ile ve bu da sürekli tekrarlarla kitap okumayla mümkündür. Diğer bir acıdan bakıldığında ise, teknolojik gelişmeyi sadece kullandığımız araç gereç ve makinelerdeki gelişme olarak görmektir. Oysa teknolojik gelişme aynı zaman da kültürel ve entelektüel gelişmeyi de kapsayan bir durumdur. Ne var ki makinelerdeki gelişme daha hızlı ve çabuk olmakla beraber kültürel ve entelektüel gelişme daha yavaş ve gecikmelidir. Bu durum sosyolojide kültürel gecikme olarak tanımlanır.
Cağımızın en önemli toplumsal çarpıklıklarından birisi makineleşme ile kültürel gelişmenin arasındaki makasın çok fazla açılmış olmasıdır. Kültürel gecikme oranı olağanın ötesine geçmiştir. Bu durum insanlarda ve toplumda bir dizi davranışsal bozukluğa, psikolojik sapmalara yol açmaktadır. Çevrenizde bunu açık bir şekilde gözlemlemek mümkündür. E.Fromm un deyişiyle "Çağımız insanı teknolojik olarak atom çağında ama kafa yapısı olarak taş devrinde yaşamaktadır." İşte bu makası daraltmak için en önemli hazine kitapların dünyası ve okuma bilincine ,kültürüne sahip olmaktan geçer. Hiç bir teknolojik araç bu acıdan kitapların yerini tutamaz. Bir kez daha vurgulamak gerekir ki "Hayatla kurduğumuz ilişki biçimi kitaplarla kurduğumuz ilişki biçiminin bir yansımasıdır."